17 Haziran 2014 Salı

Hoşçakalın Çocuklar

Sevgi dolu, caanım çocuklar,
Bugün sizler ve benim için yeni bir başlangıcın ilk adımı. Bu yüzden size bir mektup yazdım, hatta yazıyorum demem daha doğru olur.
Bu sene sizlerle o kadar çok şey yaptık ki, hangi birinden söz edeceğimi bilemiyorum. İlk sınıfa geldiğinizde gerçekten ne yapacağımı çok şaşırmıştım. Hepiniz başka başka okullar, başka başka okullar, başka başka kültürlerden gelmiştiniz. Her biriniz birbirinizden o kadar farklıydınız ki… Kiminiz çok hareketli, kiminiz sakin, kiminiz çekingen, kiminiz alıngan, kiminiz konuşkan, kiminiz… Birçoğunuz okulla ilgili farklı şeyler hayal etmişti, farklı şeyler duymuş olduğu için. Bu yüzdendir ki tam üç ay sınıfın biraz içinde, biraz dışında vakit geçirmek durumunda kaldım. İtiraf ediyorum çok yorucuydu. İlk defa tecrübe ediyordum böyle bir şeyi. Ne yapacağımı bilememiştim. Uzunca bir süre sizlerin karşısında oldukça çaresiz hissettim kendimi.
Üç ay sonra yavaş yavaş sınıfa gelmeye başladınız. Ama bu ne gürültü. Herkes bağırıp çağırıyordu birbirine. Ayağa kalkıp bir diğerini kovalayan, iten, yumruklayanlar vardı aramızda. Günbegün konuştuk sizinle. Konuştukça yol aldık. Yol aldıkça yakınlaştık.
İçinizdeki sevgiyi gördüm zamanla. Yağmurlu bir günde küçük arkadaşlarınızı nasıl tek tek şemsiyelerinizle yemekhaneye getirdiğinizi gördüm. Ağlayan bir çocuğun elinden tutup onunla konuştuğunuzu, onu oyununuza kattığınızı gördüm. Gördükçe duygulandım. Güzelliğinize ağladım, döktüm gözyaşlarımı sere serpe o sıcacık kalbinize. Sabahları üçünüzün, beşinizin boynuma atlayışı dünyanın en güzel şeylerinden biriydi.
Siz bir şey anlatırken gözlerinizin taa içine baktım. Baktım ki gözlerinizin arkasındakileri de görebileyim, duyabileyim. İstedim ki siz de bir gün bir başkasını dinleyesiniz gözlerinin taa içine bakarak. Dinleyin güzel çocuklar! En önce de birbirinizi dinleyin. Hiç konuşmayan arkadaşlarınızı dinleyin. Birbirinizin hayatlarına ancak böyle dokunabilirsiniz.
Dayanışmanın en güzel hallerini gördüm sizinle arkadaşınızın kayıp fotoğrafını ararken. Hepinizin birbirine nasıl da değer verdiğini gördüm. Nasıl tek vücut olabildiğimizi gördüm. Asla kaybetmemeniz gereken tek şeydir bu. Ne olur kaybetmeyin. Çok şey yapabilirsiniz birlik olduğunuzda.
Oyunlar oynadık birlikte. Bazen sinirlendik, kırdık birbirimizi. Kırmayalım çocuklar. Küçük Prens’in sakinliğini koruyalım ufacık yüreklerimizde. Bazen anlaşılamayabiliriz. Sakince anlatmaya devam edelim kendimizi. Elbet bir gün dinleyecektir karşımızdaki. Çok şey öğrendik birlikte. Sorunlarımız her zaman oldu, olacak da. O zaman da unutmayalım küçük çemberlerimizi. Kavgalarımızı bir kenara bırakıp, nasıl oturup konuştuğumuzu. Duygularımızı birbirimize aktardıkça rahatlarız. Seneye sizle en büyük öğrenciler olacaksınız. Dolayısıyla artık öğretmene bile ihtiyaç duymadan kuracaksınız çemberinizi ve konuşup konuşturacaksınız. Ta ki duygular tamamen ortaya dökülene kadar…
Ne kadar yorulsam da size çok güveniyorum çocuklar. Bu okulun güzelleşmesi sizlere bağlı. Sizler sahip çıkacaksınız kendi sisteminize. Bu yüzden vurmayın artık birbirinize. Şiddetin olduğu yerde güzellikler gölgelenir. Oysa hepiniz çok güzelsiniz.
Çok uzattım canlarım benim. Bu bir veda değil. Eminim ki bir yerlerde yine karşılaşacağız. Umarım güzel anılar bırakabilmişimdir sizlere.
Hepinizi çok seven Nuni, Nuri, Nuray’dan sevgilerle.


14 Nisan 2014 Pazartesi

Uzun zaman sonra bugün artık bir şekilde yazmam gerektiğini hissettim. Çünkü zihnimin derinlerinde daha çok fazla şaşkınlık naraları atacağımı anladım. Bu aralar kafam sorularla boğuşurken, aslında bir yandan da cevapları almakta olduğumu fark ettim. Öğretmen kimdir, ne yapar, nereye kadar yapar, nerede durur, neyi açıklar, nerede susar, nerede cevap verir, açıklama yapar mı, yapması gerekir mi, gerekirse neyi ne kadar kime açıklar, nasıl yapar, ... gibi sonsuzluğa uzanan sorularımın içinde biraz da olsa nefes alabildiğimi hissettim. Elbette bu soruların kesin ve net cevapları asla olmayacak; ancak arada aldığım kısa yanıtlar denizin altından kısa süre başımı çıkarıp soluklanmamı sağlayacak.

Herkes hummalı bir şekilde ilgilendiği alt başlık ile ilgili çalışıyordu. Birinin bir çıkmazda olduğunu hissediyor, ancak kafamdaki sorular dolayısıyla ne yapmam gerektiği konusunda tam bir karar veremiyordum. Kendisinin bulabileceğini söylüyor içimdeki bir ses, diğeri de küçük bir yönlendirmenin onu daha başka bir yere taşıyacağını belirtiyordu. İkinciye yenik düştüm ve yanına gidip "maketini de yapabilirsin" dedim ve ihtiyacı olabileceğini düşündüğüm birkaç araç gereç getirdim. O anın süresini tam kavrayamadım ancak bir anda sınıfta bir hareketlenme hasıl oldu ve depoda bulduk kendimizi. Sonrası böyle:)


Yine kendini durduramayan öğretmen, "yardıma ihtiyacın var mı?" diye sorar, çünkü maketin daha bitmesi için çok işi olduğunu düşünür. İşte yaratıcılık burada konuşur: 
- Bitti öğretmenim, bakın:
Tabi ki baktım. Benim ufacık hayal gücüm nasıl anlasın? 
- Bakın bu ikisini çekince depremi anlatıyor. 
Gözlerim kocaman açıldı. Eee bir şey yapıştırmadı derken içimden inanamıyordum. İki kartonu yana doğru çekince evler yıkılıyordu. (Yeşil olanlar evlerdi) Bu felaketi daha iyi vurgulamak için de uzunca bir süre kartonun içini kesmekle uğraşmıştı. Bense doğru parçayı çıkarmakta güçlük mü çekiyor acaba diye düşünüyordum içimden. Ama işte bu diyalog beni benden aldı. Bu inanılmaz bir fikir dedim içimden de dışımdan da. O çıkmazdaki çocuk gitmiş, arkadaşlarına sesleniyordu: 
- Deprem maketimi görmek isteyenlere anlatabilirim.    
Hepsi anlattılar. 







Hortumun evlerin kapılarını yıkışını görüyoruz bu çalışmada.




Ve arabanın selin içinde kalması



Gözlerim, kulaklarım ve hatta tüm duyularım açık dinledim. Ken Robinson'un sözü aklıma geldi: "Okullar nasıl yaratıcılığı öldürür?" Ben onların yaratıcılıklarına hayranım. Sanırım tek diyebileceğim bu. Sorular içinde boğulsam da, yanıtlar zaman zaman nefes aldırıyor.              

3 Mart 2014 Pazartesi

Drama

Cumartesi günü bir eğitim aldık öğretmenlerle. Dramayla nasıl eğitim yapılır üzerine. Hafta sonu biraz daha okudum, videolar izledim. Çocuklar inanılmazdı. "Sadece kitapla öğrensek çok sıkılırdık" diye anlatıyorlardı. Bir şey yapmalıyım diye düşünüp duruyordum. Saatler geçiyordu. Tik tak tik tak... Sadece bir ilham...
Derken bir şeyler uyandı zihnimde. Hemen başladım kağıda dökmeye. Sanırım artık ilk hikayem hazırdı. Sonunda bir tanesini tamamen bitirebilmenin heyecanıyla uçuyordum adeta. Tek bir şey kaldı geride. Karakterin resmi... Hemen bir resim seçtim ve başladım çizmeye. Sonunda bu resim çıktı ortaya:)

Elimdeki resimle sınıfa girdim ve başladım hikayeyi anlatmaya. Müjdat Hoca'nın dediği kadar vardı. Herkes çoktan hikayenin içine girmiş, vraklamaya başlamıştı bile. Söylediğim konuşma cümlelerini benim ardımdan replik gibi tekrar eden mi dersiniz, çember olalım dediğimde zıplayarak çembere oturanlar mı:) Hikayeye dahil olmuşlar, üstelik de çözümü kendileri bulmak için çalışmaya başlamışlardı. Bacağı kırılan kurbağa için araç gereç toplamaya dışarı çıktık. Odun parçaları, ağaç kabukları, bambu çubukları... Ne bulurlarsa sınıfa getirdiler. Odunu taşıyamayan bir arkadaşının elinden alıp iki odunu birden yukarıya çıkaran çocuğun hangi kazanımları gerçekleştirdiğini hayal bile edemiyordum. Hikayenin sarhoşluğuna kapılmıştık hepimiz.


Başladık kırık bacaklı kurbağamıza tekne yapmaya. Tabi ki Oğuz'un yardımlarıyla...





O kadar heyecanlıydım ki, ben bile hikayeyi canlandırırken bu kadarını hayal edememiştim. İşte onların hayal gücü bu kadar büyük.


Ahşap teknemizi merdivenlerden aşağı taşırken, "işte biz böyle ders yapıyoruz" diye sevinçle haykırıyordu bir tanesi:) Birisi işbirliği mi dedi? Her biri teknenin bir parçasını tutarak heyecanla göle doğru koşturuyordu. Bahçede onları gören çocuklar da arkalarından tabi:)






Ve işte, bırakın yüzmeyi yapılmasını bile hayal edemediğim tekne şimdi suya bırakılıyordu.



Aman tanrım! Yüzüyordu. Hikayenin sonuna yaklaşmıştık. "Sevinçle haykırdı minik kurbağalardan biri 'bitti" diye. Şimdi ayağı kırık kurbağayı getirme zamanıydı. 


Koşarak sınıfa çıktık. Ayağı kırık kurbağamızın kollarından destek olarak getirdik. "Kurbağamızın gözleri doldu ve kocaman sarıldı arkadaşlarına. O günden sonra yapmadı kimse arkadaşlarına kötü şaka."

Hikayemiz de böylece bitti.

24 Şubat 2014 Pazartesi

Oğuz Büyücüsü:)

Bugün maket bir karakterle tanıştık. Tam araya çıkacaktık ki, birden bir şey fırladı kitabımın arasından. "Eveeet çocuklar sizi biriyle tanıştıracağım." dedim ve herkes hayretle ufak tefek kartondan insana bakmaya başladı. Bu karakterin ne adı var ne de bir kimliği, her şeyini biz yazacağız ve onu bir hikayenin kahramanı yapacağız. İsteyenler grup oldu, ama kimseyi de dışarıda bırakmadılar. "Aaa bakın arkadaşınız yalnız kaldı." deyince o kişi bırakın dışlanmayı bir anda herkes tarafından çağrılan biri oldu. "Bahçe zamanında da bir düşünün bakalım kim olacak bu karakter." dedik ve dışarı çıktık. Ben de fırladım peşlerinden ki o diyalogları kaçırmayayım. Ve beklediğim oldu. Ali olsun dedi bir tanesi. Diğeri kabul etmedi. Bir başkası yine bir isim söyledi kabul edilmedi. Beni en çok etkileyen; kısa saçlı, herkesin ilk bakışta erkek olarak hayal edeceği bu karaktere bir tanesinin "Ayşegül" diyelim demesi oldu:)
Sınıfa geldik hep beraber. Henüz Oğuz büyücüsü teşrif etmemişti aramıza:) Ve işte o an geldi, başladı anlatmaya:

Oğuz büyücüsü Mutlu Keçi Diyarı'na gitmek için sabah kalkar. Evde bir hayat arkadaşı vardır. Bir de küçük bir cadısı vardır. Cadı ona nereye gittiğini sorar. Oğuz büyücüsü herkesin mutlu olduğu bir okula gideceğini söyler. Cadı da gitmek ister. Ona da büyüyünce gideceğini söyler.
Oğuz büyücüsü otobüse biner. Otobüsten bir iner ki, vadinin her tarafı sisle kaplıdır. Yolunu bulamaz ve endişelenmeye başlar. O sırada ağaçtan önüne bir sincap atlar. "Ben senin nereye gittiğini biliyorum." der sincap. "Mutlu Keçi Diyarı'na gidiyorsun." Oğuz büyücüsü şaşırır ve sincaba nereden anladığını sorar. Sincap: "Çünkü mutluluğun yüzünden akıyor. Az önce de senin gibi mutlulukları yüzlerinden akan dört kişiyi götürdüm o okula" der.
Sincap, Oğuz büyücüsünü toprak yoldan aşağıya doğru götürür. Birlikte at çiftliğinin önünden geçerler. Oğuz büyücüsü: "Hala gelmedik, nerede Mutlu Keçi Diyarı?" diye sorar. Sincap ve Oğuz büyücüsünün önündeki sisler açılır ve mutlu yüzler gülümseyerek "merhaba" derler.

Ve Oğuz, hikayede giriş, gelişme ve sonucu çocuklara böyle anlatır. Sisler aralanır, Oğuz büyücüsü izin isteyerek dersten çıkar:)





11 Şubat 2014 Salı

Eğlenerek, hatta kahkaha atarak öğrenelim:)

Güne gülerek başlayıp gülerek bitirmek...
Sabah aldık resim defterlerimizi çıktık bahçeye. Eş anlamlı, zıt anlamlı kelimeler aradık. Tahterevalliye binerken, birimizin daha ağır, birimizin daha hafif olduğunu söylerken, zıt anlamlı kelimeleri gerçekten o zıtlıkları yaşarken öğrendik. "Beyaz saman ev, siyah tırmanış duvarı", "Kirli elbiseler çamaşır makinesine, temiz elbiseler giysi dolabına" cümleleri çıktı defterlerinden. Bahçeden ayrılamayınca diğer dersi de, caanım güneşin altında yapmaya karar verdik. Bir bankta altı çocuk... Bir tanesi, "buradan sonrasını da kendin yap artık" diyerek yoksa öğrenemeyeceğini vurguluyor arkadaşının. Diğeri, "bulamadığın kelimeleri sözlüğe bak" diyor arkadaşına. Bitiren çalışmasını yerine koyup başlıyor salıncakta salınmaya:)
Diğer dersimiz ise matematikti bugün. Problem deyince aklımıza neler geliyor yazdık, çizdik. "Problem, okulda fırtına kopmasıdır" dedi bir tanesi. Önce matematikle ilgisi yok derken, fırtınanın ne kadar hızda estiğini hesaplamak istersek dediğimde, o zaman matematik olur dedik. 
Eğlenerek öğrenilir derler ya en güzel. Kahkahalar attık öğrenmek için. "Problem deyince aklıma çıkartma geliyor." deyince bir tanesi, "Hani az önce ingilizce dersinde yapıştırdıklarımız mı?" diye sorunca ben, başladık kahkahalarla gülmeye. Dersin sonuna kadar kendimizi yerlerden zor topladık. 






10 Şubat 2014 Pazartesi

Çocuklar iyi ki varsınız!

Heyecandan uyuyamadım dün gece. Hepinizin yüzleri ayrı ayrı gözlerimin önünde. Bir yandan korku da var tabi. Çok değişmiş misinizdir diye inceden de düşünmüyor değildim. Birer birer gelmeye başladınız sabah. Hiç bitmesin istedim o anlar. Biner biner de gelebilirsiniz:)
Kurduk çemberimizi, başladık konuşmaya ne yaptık bu zaman diliminde diye. Sadece anılarla kalmadı konuşmalarımız, sorguladık da. Sirk gösterisi izlediğini söyleyen birinize ne hissettiğini sorduğumda, belki o anda eğlenmiş bile olsa, üzüldüğünü söyledi. Yaşamın her yerinde kabul edilemeyecek şeyler var ve sizler bunları sorguluyorsunuz. Bu ne kadar muhteşem bir şey ve benim size bunun için bir şey yapmama bile gerek yok. Sadece hissetmeniz yetiyor. Konuşmamızı anlayamayacağını düşündüğümüz arkadaşımız için canlandırdık. Canlandırma çok uzun sürdüğünde gördüm ki, park toplantılarından kalan kol hareketini gördüğünüzde, "haa hızlandırayım." dediniz:) Vee en önemlisi sonuna kadar dinlediniz birbirinizi. Yer yer kopsak da, diğerinin sözünü söyleyemeyeceği ses tonuna varmadı sesimiz.
Oyuna doyamadık bugün, bahçe zamanları hiç bitmesin istedik. Hep birlikte biraz daha dedik, bitirdik ve etkinliğimize geçtik. Yerden yüksek oynarken, onun adını öğrenmek için resmini çizip gelince sen, ismini beraber söyledik. Yerden yüksek, ortada sıçan, don ateş, saklambaç derken oyun dolu, pembe yanaklı, gülen suratlı bir gün geçirdik.

İyi ki varsınız çocuklar!


15 Ocak 2014 Çarşamba

Rüya gibi bir gün

Günaydıııınnn! Bugün güne dikiş dikerek başladık. Sabah okula erken geldim. Dedim gelmişken hazırladığım bingo kartları için kese dikeyim. Biliyorsunuz bir mutlu keçili öğretmen asla boş durmaz:) O sırada sınıfta olan iki keçi yanıma geldi ve "Ben de dikebilir miyim?" sesleri yükseldi. "Tabi ki." dedim sevinerek. İğneyi yularından geçirdik ve sırayla diktiler. Hatta o kadar sabırsız ki bir tanesi "Haydii şimdi teneffüs bitecek, bana sıra gelmeyecek." dedi. Çocuklarla her şeyi yapabilmenin mümkün olduğunu bir kez daha anladım ve bir şeyi daha: Model olmak mecburen mecburen mecburen mecburiyetten:)



Veee kesemiz:


Gün tabi böyle bitmedi. Biter mi hiç! Sonra başladık meclise. Her hafta "hayır o moderatör olmuştu." söylenmelerinin üzerine bu hafta belgelerimle gelmiştim:) Bütün meclis raporlarını tek tek gösterdim. Sonunda bu durumun da üstesinden gelebildik. Başladık toplantıya. İlk yardım eğitimi istedi bizimkiler. Bu ne güzel bir istektir. Hatta gelecek dönem aramızdan sağlık sorumluları da seçmeyi düşünüyoruz. Bundan sonra birisi düştüğünde ilk yardım sorumlularımız müdahalede bulunacaklar, tabi ki bir öğretmen eşliğinde.

Hiç bahsedemediğim bir şey var tabi bu arada. Ama ne zamandır bahsetmek istediğim. Okulumuza bir mutlu keçi daha geldi. Gökkuşağından çatımıza bir renk de o ekledi. Rüya gibiydi bugün. Uçan periler gördüm Mutlu Keçilerin Ülkesi'nde. zıplayan denizatları gezindi piyanonun tuşları üzerinde. Kemanını alan kurbağalar sıçrayarak müzik atölyesinin önünde toplandılar. İspanyol sokaklarından fırlamış fareler, gitarlarıyla çıkageldiler. Kocaman açık ağızlar, patlayan kahkahalar, ciddiyetle öğretilen enstrumanlar...


Gün sonunda izlediğimiz filmle biraz olsun dinlenebildik. Yoksa çıkamayacaktım bu hayal dünyasından. Eve ağzım kulaklarımda geldim "bugün çok mutlu oldum" cümlelerinin sarhoşluğuyla. İşte bugünün son hatırası:)