Herkes hummalı bir şekilde ilgilendiği alt başlık ile ilgili çalışıyordu. Birinin bir çıkmazda olduğunu hissediyor, ancak kafamdaki sorular dolayısıyla ne yapmam gerektiği konusunda tam bir karar veremiyordum. Kendisinin bulabileceğini söylüyor içimdeki bir ses, diğeri de küçük bir yönlendirmenin onu daha başka bir yere taşıyacağını belirtiyordu. İkinciye yenik düştüm ve yanına gidip "maketini de yapabilirsin" dedim ve ihtiyacı olabileceğini düşündüğüm birkaç araç gereç getirdim. O anın süresini tam kavrayamadım ancak bir anda sınıfta bir hareketlenme hasıl oldu ve depoda bulduk kendimizi. Sonrası böyle:)
Yine kendini durduramayan öğretmen, "yardıma ihtiyacın var mı?" diye sorar, çünkü maketin daha bitmesi için çok işi olduğunu düşünür. İşte yaratıcılık burada konuşur:
- Bitti öğretmenim, bakın:
Tabi ki baktım. Benim ufacık hayal gücüm nasıl anlasın?
- Bakın bu ikisini çekince depremi anlatıyor.
Gözlerim kocaman açıldı. Eee bir şey yapıştırmadı derken içimden inanamıyordum. İki kartonu yana doğru çekince evler yıkılıyordu. (Yeşil olanlar evlerdi) Bu felaketi daha iyi vurgulamak için de uzunca bir süre kartonun içini kesmekle uğraşmıştı. Bense doğru parçayı çıkarmakta güçlük mü çekiyor acaba diye düşünüyordum içimden. Ama işte bu diyalog beni benden aldı. Bu inanılmaz bir fikir dedim içimden de dışımdan da. O çıkmazdaki çocuk gitmiş, arkadaşlarına sesleniyordu:
- Deprem maketimi görmek isteyenlere anlatabilirim.
Hepsi anlattılar.
Gözlerim, kulaklarım ve hatta tüm duyularım açık dinledim. Ken Robinson'un sözü aklıma geldi: "Okullar nasıl yaratıcılığı öldürür?" Ben onların yaratıcılıklarına hayranım. Sanırım tek diyebileceğim bu. Sorular içinde boğulsam da, yanıtlar zaman zaman nefes aldırıyor.